top of page

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ

  • Yazarın fotoğrafı: Lawis Love
    Lawis Love
  • 10 Eyl 2021
  • 10 dakikada okunur

Yazan: Stj. Av. Cihat CEYLAN


“Tarihler 11 Şubat 2015’i gösterirken ikamet ettiğim Mersin’e gitmek üzere şehirlerarası otobüste seyahat halindeydim. Şoför SUPHİ ALTINDÖKEN gitmesi gereken güzergahta gitmiyordu ve güzergahını değiştirmesinden şüphelenip tepki gösterdim. Tecavüz girişimine karşı kullandığım biber gazına rağmen önce birkaç kez bıçaklandım ve demir bıçak ile öldüresiye dövüldüm. Daha sonra SUPHİ ALTINDÖKEN, babası ve bir arkadaşı ölü bedenimin yanına gelerek cesedimi ateşe verdiler. Direndiğim sırada SUPHİ ALTINDÖKEN’in yüzüne tırnaklarımı geçirdiğim için DNA tespitinde eşleşme gerçekleşmesin diye cansız bedenimden ellerimi kestiler.”


“Arkadaşım CEM GARİPOĞLU’nun evindeydik. Telefonuma gelen mesajların kimden geldiğini sordu. “Sen benim babam mısın soruyorsun” dedim. Masanın üzerindeki bıçakla vücuduma vurmaya başladı. Cansız bedenim çöp toplayıcı bir kişi tarafından çöp konteynerinde parçalanmış hâlde bulundu. Yapılan adli tıp incelemesi sonucunda başım gövdemden ayrılmadan önce bıçak darbeleriyle yaralandığım, daha sonra öldüğüm ortaya çıktı.”


“4 yıl önce ayrıldığım eski eşim FEDAİ BARAN ile bir kafede buluştum. Kızımın velayeti hakkında konuşuyorduk. Daha sonra aramızda çıkan bir tartışma esnasında eski eşim FEDAİ BARAN tarafından "Ölmek istemiyorum." haykırışlarım ile 10 yaşındaki kızımın "Anne! Ne olur, ölme!" feryatları arasında öldürüldüm. Kızımın gözleri önünde hayata gözlerimi yumdum.”


CEMİL METİN AVCI isimli şahsın benimle birlikte olma teklifini daha önce reddetmiştim. Kendisinin benimle barışma yönündeki ısrarı üzerine konuşmak için katilimle bir araya geldim. CEMİL METİN AVCI’nın kıskançlık olarak addettiği gerekçe üzerinden kavga ettik. Önce fiziksel şiddetine maruz kaldım ve bayıldıktan sonra boğazımı sıkarak beni öldürdü. Daha sonra cesedimi ormanlık alana götürüp, çöp varilinde yakarak üzerime beton döktü.”


“Bana cinsel saldırı eylemini gerçekleştiren ÇAĞATAY AKSU şikayet edileceğini ve zor durumda kalacağını düşünerek önce beni darp etti. Boğazımı sıkması nedeniyle hayata gözlerimi yumduktan sonra intihar görüntüsü vermek maksadıyla beni binanın 20. katındaki ofisin penceresinden aşağı attı.”


“Eski sevgilim olduğunu iddia eden KEMAL AYYILDIZ ile bir araya geldim. Birlikte oturduğumuz bu şahıs çıkan tartışma üzerine elindeki bıçağı salladı. Boğazım kesilerek yere yığıldım. Nefes almıyordum. Daha sonra KEMAL AYYILDIZ çakmak gazı tüpünü alarak üzerime doğru püskürttü ve ateşe verdi. Eve hırsız girmiş havası vermek istiyordu. Bu nedenle bazı ziynet eşyalarımı da alarak cebine koydu ve nihayetinde yanarak hayata gözlerimi yumdum.”


“Babam HARUN YILDIZ izlediği müstehcen videodaki şahsı bana benzetmişti. Yanıma gelerek bunu bana kimin yaptığını sordu. Kafamı öne eğip “Ben böyle bir şey yapmadım.” diyebildim, ağlayarak “Sus baba, baba sus” diyebildim. 9 tane merminin vücuduma isabet etmesi üzerine hayatımı kaybetmemin ardından yapılan incelemelerde videodaki şahsın ben olmadığım ortaya çıktı.”


Bu kadınların hepsini tanıyoruz. Hatta her ölüm olayını okurken “Evet bu olayı hatırlıyorum” diyerek iç çektiğinizi duyar gibiyim. Belki de bu kadınların hepsiyle alakalı bir hashtagin altında adımız da bulunuyor. Peki ya diğer binlercesi?


Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun ölüm haberleri medyaya yansıyan bu kadınların da dahil olduğu raporlarına göre 2008 yılında 80, 2009 yılında 109, 2010 yılında 180, 2011 yılında 121, 2012 yılında 210, 2013 yılında 237, 2014 yılında 294, 2015 yılında 303, 2016 yılında 328, 2017 yılında 409, 2018 yılında 440, 2019 yılında 474, 2020 yılında 300 kadın cinayete kurban gitti. Yine aynı platformun hazırladığı rapora göre 2020 yılında öldürülen 300 kadının 97'si evli olduğu erkek, 54'ü birlikte olduğu erkek, 38'i tanıdık birisi, 21'i eskiden evli olduğu erkek, 18'i oğlu, 17'si babası, 16'sı akraba, 8'i eskiden birlikte olduğu erkek, 5'i kardeşi, 3'ü tanımadığı birisi tarafından öldürüldü. 23 kadının ölümüne sebep olan kişilerin yakınlık durumu tespit edilemedi.


Kadın cinayetleri hem ülkemizin hem dünyanın kanayan yarası olmaya devam ederken bir sözleşmenin bu yaraya bir nebze merhem olacağına dair düşüncelere hepimiz az çok sosyal medyada, televizyonlarda, gazetelerde tanık oluyoruz. Bu sözleşmenin şiddete uğrayan kadınlara, çocuklara ve hatta erkeklere bir yardım eli olacağına ilişkin beyanatların yanında ‘toplumsal cinsiyet eşitliği’ kavramıyla, geleneksel kadın ve erkek rollerinin dışında cinsiyetsiz bir toplum algısı yerleştirmenin planlandığını, geleneksel evlilik ve aile anlayışını değiştirme yükümlülüğünün getirileceğini, yeni nesillerin de sözleşmenin ideolojisiyle eğitileceğini, toplumda kabul görmeyen kavramların çocukluktan itibaren normalleştirileceğini ve nihayetinde ailenin bu kavramlar üzerinden inşa edileceğini ifade eden karşıt beyanatların da var olduğunu görüyoruz. Hangi sözleşmeden mi bahsediyoruz? “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” ya da bilinen adıyla “İstanbul Sözleşmesi”


İstanbul Sözleşmesi’nin düzenlenmesi ve imzaya açılması sürecinin fitilini ateşleyen kişinin Nahide Opuz isimli bir Türk vatandaşı olduğu pek çok hukukçu tarafından dile getirilmektedir. Nahide Opuz Hüseyin Opuz ile 1995 yılında evlenmişti. Bu evliliğin ardından kısa bir süre sonra aile içi şiddete maruz kalmaya başlayan Nahide Opuz kocası tarafından darp edildi, bıçaklandı ve hatta araba ile ezilme girişimine maruz kaldı. Nahide Opuz devlet korumasından faydalanmak adına 1996 yılından itibaren 36 kez eşinden şikayetçi oldu. Beklediği korumayı elde edemeyen Nahide Opuz 2002 yılında Diyarbakır’dan İzmir’e taşınmaya karar verdi. Taşınma esnasında yolu kocası tarafından kesildi. Kendisini korumaya çalışan annesi, burada çıkan kavgada, kocası tarafından öldürüldü. Hüseyin Opuz, bu cinayetten 15 yıl hapse mahkum edildi lakin 2008 yılında serbest bırakıldı. Bunun üzerine Nahide Opuz olayı AİHM’e taşıdı ve AİHM yapılan yargılama neticesinde eşi Hüseyin Opuz’un eylemlerine karşı devletin vatandaşını koruyamadığına hükmetti.


50 yıllık tarihinde aile içi şiddetle ilgili olarak ilk kez bu denli somut bir davayı inceleyen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Nahide Opuz'un iddialarının hemen hepsine olumlu yanıt verdi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) yaşama hakkı, kötü muamelenin önlenmesi ve ayrımcılıkla ilgili maddelerinin ihlal edildiğine hükmetti. Mahkeme, yaşama hakkıyla ilgili maddenin ihlaline gerekçe olarak, devletin, Nahide Opuz'un annesinin hayatını korumaktaki pozitif yükümlülüğünü yerine getirmemiş olmasını gösterdi. Kötü muameleyle ilgili maddenin ihlaline gerekçe olarak ise, yine devletin, davacıya yönelik tehditler konusunda pasif kalmış olmasına işaret etti. Kararda, aile içi şiddet, mahkeme tarihinde ilk defa, “kadına karşı bir tür ayrımcılık olarak” değerlendirildi. Dolayısıyla bu kararla birlikte ilk defa bir Avrupa ülkesi AİHM önünde aile içi şiddetle ilgili bir davada mahkum olmuş oldu. Bu kararın pek çok hukukçu tarafından İstanbul Sözleşmesi’nin temeli olarak değerlendirilmesinin çok da şaşırtıcı olmadığının kabulü gerekir.


İstanbul Sözleşmesi Türkiye’nin öncülüğü ve müzakere aşamasına etkin katılımı ile hazırlanan uluslararası bir insan hakları sözleşmesi olarak kabul edilmektedir. Sözleşme imzaya İstanbul’da açıldığı için bu isimle anılmaktadır. Zira Prof. Dr. Feride Acar, Ak Parti Milletvekili Fatma Şahin gibi isimler bu sözleşmenin hazırlanma sürecinde etkin rol oynamışlardır.


Türkiye, sözleşmeyi imzaya açıldığı 11 Mayıs 2011 tarihinde imzalamış ve Meclis’te temsilcisi bulunan dört parti aynı safta yer alarak 246 kabul, “sıfır” ret oyu ile 24 Kasım 2011 tarihinde sözleşmeyi onaylayan ilk ülke olmuştur. Onay belgesi 14 Mart 2012 tarihinde Avrupa Konseyi Genel Sekreterliği'ne iletilmiştir. Sözleşme Türkiye dâhil 34 ülke tarafından onaylanmış iken 20 Mart 2021 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı ile Türkiye sözleşmenin feshedilmesine karar vermiştir. Türkiye tarafından Avrupa Konseyi Genel Sekreterliği'ne 22 Mart 2021 tarihinde fesih bildirimi ulaşmış ve Genel Sekreterlik bu feshin 1 Temmuz 2021 tarihinde yürürlüğe gireceğini duyurmuştur. (Bu çalışma henüz hazırlık aşamasında iken Türkiye sözleşmeyi feshetmemiş durumda olduğundan feshe ilişkin detaylar ve tartışmalara yüzeysel olarak değinilmekle geçilmiştir.)


Geri çekilme kararı, Türkiye'deki muhalif partiler, yabancı devlet liderleri, Avrupa Konseyi, STK'lar ve sosyal medyada da dahil olmak üzere hem yurt içinde hem de yurt dışında pek çok kesim tarafından eleştirilmiştir. Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Marija Pejčinović Burić, kararı yıkıcı haber ve Türkiye'de ve yurtdışında kadınların korunmasını tehlikeye atan büyük bir gerileme olarak nitelendirmiştir.


Sözleşmenin maksatları 1. maddede; kadınları her türlü şiddete karşı korumak ve kadına karşı şiddeti ve ev içi şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmak; kadına karşı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve kadınları güçlendirmek de dahil olmak üzere, kadınlarla erkekler arasında önemli ölçüde eşitliği yaygınlaştırmak; kadına karşı şiddet ve ev içi şiddetin tüm mağdurlarının korunması ve bunlara yardım edilmesi için kapsamlı bir çerçeve, politika ve tedbirler tasarlamak; kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti ortadan kaldırma amacıyla uluslararası işbirliğini yaygınlaştırmak; kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetin ortadan kaldırılması için bütüncül bir yaklaşımın benimsenmesi maksadıyla kuruluşların ve kolluk kuvvetleri birimlerinin birbiriyle etkili bir biçimde işbirliği yapmalarına destek ve yardım sağlamak olarak sıralanmıştır.


Sözleşmenin devlete yüklediği yükümlülüklerin birkaçı kısaca; “şiddete uğrayan kadınların güvende olabilecekleri sığınma evleri açmak, kadınların günün her vaktinde ulaşabilecekleri ücretsiz yardım hatları oluşturmak, soruşturma ve kovuşturma aşamalarında şiddet mağdurlarının başvurabileceği koruma tedbirleri ile psikolojik, tıbbi ve hukuki destek sağlamak; töre, namus gibi sebeplerin şiddete gerekçe gösterilmesinin önüne geçmek, eşitlik konusunu eğitim müfredatlarının içerisine dahil etmek, kadınlara karşı ayrımcılığı mevzuatların içerisine de dahil etmek suretiyle yasaklamak; organlarının, kurumlarının kadınlara karşı şiddet eylemlerine katılmasının önüne geçmek, şiddet eylemini önlemeye yönelik faaliyetlere finansal kaynak ve insan kaynakları tahsis etmek ve bu amaçla faaliyet gösteren STK’ları desteklemek, kadınların daha aşağı düzeyde olduğu düşüncesine veya kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması amacıyla kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesine yardımcı olacak tedbirleri almak, toplumda farkındalığı artıran kampanya ve programları desteklemek, önleyici müdahale ve destek programları oluşturmak, özel sektör ile medyayı kadına yönelik şiddeti önlemeye ve kadın onurunu artırmaya yönelik kampanyalar kapsamında desteklemek; zorla evliliklerin, çocuk evliliklerinin, kadın sünnetinin, kürtajın yahut zorla kısırlaştırmanın önüne geçmek” olarak sıralanabilir.


Sözleşmeyi 246 kabul sıfır ret oyu ile kabul eden ve onaylayan Türkiye, sözleşmenin kabulünden yıllar sonra her gün yaşanan kadın cinayetlerini göz ardı etme pahasına sözleşmeyi tartışmaya devam etmekte iken en nihayetinde sözleşmeden çekilmiştir. Bu tartışmalara ilişkin birçok kadın derneğiyle toplantılar yapan AKP İstanbul milletvekili Canan Kalsın “Amacı şiddet uygulananı şiddetten korumak olan bir sözleşmenin toplumu bozduğunu söylemek akla ziyan bir tutum ve düşüncedir. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkalım diye yüksek sesle bağıranlar, öldürülen kadınlar, çocuklar için ne yapmayı düşünüyor? Şiddet bütün dünyayı saran ve sarsan bir hastalığa dönüşmüşken ‘Aileye polis gelirse o aile artık aile olur mu?’ diyenler, kol kırılır yen içinde kalır diye mi düşünüyor? 28 Şubat döneminde sınıflarından çıkarılan, okuması engellenen, mesleğini yıllarca yapamayan gözü yaşlı kadınların sorunlarını çözen iktidara, sözleşmenin bahane edilerek saldırı kiti haline dönüştürülmesini nasıl izah edeceğiz?” açıklamasında bulunmuştur.


Yine aynı partinin Genel Başkan Vekili Numan Kurtulmuş sosyal medya üzerinden“Halkımızda “İstanbul Sözleşmesi” konusunda büyük bir beklenti varken AK Parti olarak biz buna bigâne kalmayız. Nasıl usulü yerine getirerek bu sözleşme imzalanmışsa, aynı şekilde usulü de yerine getirilerek bu sözleşmeden çıkılır.” açıklaması yapmıştır. Kamuoyu anket araştırma şirketleri tarafından yapılan araştırmalarda halkın büyük çoğunluğunun sözleşmeden çıkılmaması ve sözleşmenin uygulanması yönünde irade ortaya koyduğu görülürken Numan Kurtulmuş’un “halkta sözleşmeden çıkılması yönünde beklenti olduğu” ifadesi sosyal medyada pek çok tepki ile karşılaşmıştır. Zira Metropoll Araştırma Şirketi'nin konuya ilişkin yaptığı araştırmada halkın yüzde 63.6'sının hükümetin İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmesini onaylamadığı, yüzde 17’sinin onayladığı, yüzde 19.4’ünün ise fikrim yok yanıtı verdiği neticesi ortaya çıkmıştır. Yine bu şirketin yaptığı anket neticesinde AKP seçmeninin yüzde 25.7'sinin çekilelim, yüzde 49.7'sinin ise kalalım dediği görülmüştür. Konda Araştırma Şirketi’nin yaptığı araştırmaya göre Sözleşmenin ne olduğunu bilenlerin yüzde 16’sının “sözleşmeden çıkılmalı”, yüzde 84’ünün ise “kalınmalı” dediği ortaya çıkmıştır.


İstanbul Ekonomi Araştırma tarafından yapılan ankette ise halkın yüzde 8,87’sinin 'çıkılmalıdır' cevabı verdiği yüzde 39,5 oranında 'Hayır, çıkılmamalıdır' cevabı verdiği görülmüştür. Halkın yüzde 51,7’si ise sözleşmenin ne olduğunu bilmediğini dile getirmiştir. Sözleşmeyi kaleme alan isimlerden olan Prof. Dr. Feride Acar söz konusu tartışmalara ilişkin “İstanbul Sözleşmesi’nin doğru anlaşılmadığını, bazıları tarafından çok yanlış yorumlandığını düşünüyorum. Bu sözleşmenin amacı kadınlara yönelik şiddetin her türlüsüyle etkili şekilde mücadele etmektir. Amacı bu olan sözleşmenin tartışmaya açılmasını hiçbir şekilde anlamıyorum. Böyle temel insan haklarına itiraz edilmesi hakikaten zamanımızda aklı başında olan insanların kabul edebileceği bir şey gibi gelmiyor.” açıklamasında bulunmuştur.


Bu tartışmaların aslında temelinde sözleşmenin 4. maddesinde “Taraflar bu Sözleşme hükümlerinin, özellikle de mağdurların haklarını korumaya yönelik tedbirlerin, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmen veya mülteci statüsü veya başka bir statü gibi, herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmasını temin edeceklerdir.” şeklinde geçen “cinsel yönelim” kelimesi yatmaktadır.


Bu madde şunun güvencesi olmaktadır ki kişinin şiddet mağduru olması durumunda ırkının, cinsiyetinin yahut cinsel yöneliminin gerekçe gösterilmesi mümkün olmasın. Bir vatandaşın şiddete maruz kalması durumunda cinsel yönelimine dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın korumaya tabi olmasının hukuk devletinin bir gereği olduğu göz ardı edilmemelidir. Şiddete maruz kalan vatandaşın cinsel yöneliminin gerekçe gösterilerek haklarından mahrum bırakılması ve mağduriyetine göz yumulması hakkaniyet ile hatta bundan ziyade vicdan ile örtüşmeyecektir. Zira din kurallarının da şiddet mağdurunun kimliği, ırkı yahut rengi ile ilgilenmeksizin şiddetin karşısında durduğu bir gerçektir.


Sözleşmenin üçüncü bir tür oluşturmaya, cinsel yönelimlerini hukuk normu olarak belirlemeye veya teşvik etmeye yönelttiği iddiaları mesnetsizdir. Sözleşmede yer alan “cinsel yönelim” kelimesi şiddet ile mücadelede hiç kimseye ayrımcılık yapılmaması, din, ırk, renk vb. ayırt edilmeksizin uygulanan şiddetin kabul görmemesi anlamı taşımaktadır. Şiddet mağdurlarının korunması kapsamına bütün insanların dahil edilmesi anlamı haricinde başkaca bir anlam ifade ettiği tartışmasının sürdürülmesi manasızdır. Sözleşme maddesi gayet açık olup aynı zamanda herhangi bir insanın şiddetten korunma halesinin dışında bırakılmasının düşünülmesi mümkün olmamalıdır.


Sözleşmeye ilişkin bir diğer tartışma konusu kadın beyanının esas alınmak suretiyle erkekler açısından haksız bir durum ortaya çıkarılacağına ilişkindir. Toplumda kadının beyanının esas alınmak suretiyle erkeklerin mağdur edileceği ifade edilmektedir. Ancak yasal düzenleme ve içtihatlar gereği beyanı esas olan şiddet mağdurunun beyanıdır. Şiddet mağduru kadın olabileceği gibi erkek de olabilir. Kaldı ki bu tartışma konusu İstanbul Sözleşmesi’nden ziyade 6284 Sayılı Kanun’a ilişkindir ancak toplumda bu tartışma da İstanbul Sözleşmesi üzerinden sürdürülmektedir. Mağdurun beyanının esas alınması 6284 Sayılı Kanun çerçevesinde, mağduru ölüm ve şiddet tehdidinden koruma amacıyla geçici olarak verilen tedbir kararlarında mümkündür.


Dolayısıyla hem İstanbul Sözleşmesi hem 6284 Sayılı Kanun yalnızca kadınlar açısından bir koruma sağlamamaktadır. Erkeklerin de içerisine dahil edildiği tüm aile üyeleri ile özellikle çocuklar bu düzenlemeler anlamında korumadan yararlanabilecektir ve bu hususa iki düzenlemede de açıkça yer verilmiştir. Düzenlemelerden yararlanabilecek olanlar açısından kıstas cinsiyetin ne olduğundan ziyade “mağdur” olmaktır.


Sözleşmenin bir diğer tartışma konusu ise toplumsal cinsiyet eşitliğinin sözleşme muhteviyatında barınıyor olmasıdır. Zira bu tartışma pek çok Avrupa ülkesinde de toplum geleneklerine zarar vereceği gerekçe gösterilerek sürdürülmektedir. Örneğin Bulgaristan’da Anayasa Mahkemesi “toplumsal cinsiyet” kavramının Anayasa’daki “doğuştan kadın ve erkek” ifadesiyle çeliştiğini, bunun her iki cinsiyete eşit davranmak anlamına da gelmediğini, “biyolojik farkların gözetilmesi gerektiğini” belirterek kendisine gelen başvuruyu haklı bulmuştur. Keza Polonya'da Adalet Bakanlığı “İstanbul Sözleşmesi’nin ideolojisini kesinlikle reddediyoruz. Yeni düzenleme Batı’daki yasaların ideolojisinden arındırılmıştır. Ancak pragmatik çözüm getiren taraflarını aldık” açıklaması ile anayasa ilkelerine göre uygulayacağı yönünde deklarasyonda bulunarak kadına karşı şiddet yasasını kabul etmiştir.


Nihai olarak; düzenlenme gerekçesi şiddeti önlemek, şiddet mağdurlarını korumak ve mağdurlara yardım, destek faaliyetlerinde bulunmak olan bir sözleşmenin “cinsel yönelim” kelimesini bir maddesinde barındırması gerekçe gösterilerek; erkekleri mağdur ettiği, cinsiyet kavramlarını ortadan kaldırdığı, toplumsal cinsiyet eşitliğini kapsamında bulundurduğu, aile yapısının altına dinamit koyduğu iddia edilerek itibarsızlaştırmasına müsaade edilmemelidir. Aksi yönde gösterilen çabalar yaşam hakkının zedelenmesi, şiddete meşruiyet kazandırılması neticesini ortaya çıkaracaktır. Tüm araştırma ve anketler aksini gösterirken halkın beklentisi olduğu gerekçe gösterilerek sözleşmeden çıkılması yönünde irade ortaya konması insan haklarını koruma yönündeki devlet yükümlülüğü ile bağdaşmamıştır.


Dolayısıyla kadına, çocuğa yahut erkeğe kim olduğu fark etmeksizin mağdura karşı uygulanan şiddetin, işlenen cinayetlerin, gerçekleşen ölümlerin önüne geçilebilmesi doğrultusundaki etkin mücadele ancak Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi ya da bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönülmesi ve 6284 Sayılı Kanun’un etkin şekilde uygulanması ile mümkün olacaktır. Kamuoyu araştırmaları neticesinde halkın çoğunluğunun sözleşmenin içeriğini dahi okumadığı hakikati karşısında sözleşmeden çekilme kararı ile şiddet mağdurları açısından alınan riskin ne derece büyük olduğu gözden kaçmamalıdır. Bu sözleşmenin yahut 6284 Sayılı Kanun’un uygulanması vesilesiyle hayatta kalmasını sağladığımız bir can dahi mevcut ise o sözleşmenin yahut kanunun uygulanması zaruridir. Aynı zaman da yaşam hakkının ve insan hakkının korunmasının gereğidir. Zira devlet vatandaşlarının yaşam hakkını gözetme ve insan haklarının korunması ve uygulanmasını sağlama mükellefiyeti altındadır.


“Bir toplum, cinslerden yalnız birinin yüzyılımızın gerektirdiklerini elde etmesiyle yetinirse yarı yarıya zayıflamış olur. Bizim toplumumuzun uğradığı başarısızlıkların sebebi, kadınlarımıza karşı ihmal ve kusurdur. Mümkün müdür ki, bir toplumun yarısı topraklara zincirle bağlı kaldıkça diğer kısmı göklere yükselebilsin” Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

Commentaires


Bizimle iletişime geçin! :)

Tel: 0212 221 76 77

Darülaceze Cd. No:11 D:8, 34382 Şişli/İstanbul

Mesajınız başarıyla iletilmiştir.

© 2018 by Seetup Media 

bottom of page