Telif Hukuku Yaratıcı Robotlara Hazır mı?: Eser Tanımının Karşılaştırmalı Analizi
- Lawis Love
- 10 Eyl 2021
- 4 dakikada okunur
Yazan: Av. Bengi BAYDAN

Son dönemde adını sıkça duyduğumuz yapay zeka uygulamaları, birçok sektörde farklı amaçlar için kullanılmaktadır. Kullanım alanı hızla genişleyen yapay zeka sistemleri, beraberinde birçok hukuki problem getirmektedir. Bu gelişmiş teknolojilerin özellikle sanat, edebiyat, müzik, film gibi alanlarda kullanımının artmasıyla birlikte fikri mülkiyet hukuku alanında çalışan hukukçular sistemleri anlamaya çalışmıştır. Özellikle ‘The Next Rembrandt’ ve Edmund de Belamy’nin portresi gibi yüksek otonom seviyesi ile üretim yapan yapay zeka sistemleri, literatürü oldukça zorlamaktadır. Fikri mülkiyet hukuku açısından başlangıç noktası, bu ürünlerin mevcut düzenlemelerdeki ‘eser’ tanımlarına uyup uymadığını incelemek olacaktır.
Yapay zeka ürünlerinin ‘eser’ kapsamına alınması hususunda öncelikle teknik olarak bu sistemlerin nasıl işlediği ve yaratıcı ürünler ortaya koyduğunu anlamak gerekir. Yapay zeka sistemleri literatürde açıkça tanımlanmasa da insan beyni model alınarak üretilmiş bilgisayar programları olarak nitelendirilebilir. Bir donanıma sahip olabileceği gibi donanım olmadan da üretim yapabilmesi mümkündür. Günümüze kadar birçok alanda kullanılmış geleneksel programlama ve yazılımlardan en büyük farkı ise öğrenme yetisidir. Makine öğrenmesi yoluyla sistemler tıpkı bir insan gibi verilerden öğrenip davranışlar belirlemektedir. Programcı yapay zeka programını yazdıktan sonra verileri sisteme yükler ve sistemin farklı otonom seviyelerde verileri işlemesine tanıklık eder. İşin niteliği ve sistemin otonomluk seviyesi her durumda farklılık gösterse de ortada programcının veya kullanıcın müdahale etmediği üretim fazları bulunmaktadır. Bazı durumlarda kullanıcı veya programcı sadece verileri sisteme yüklemekle yetinir çünkü geri kalan görevi yapay zeka üstlenmektedir. Bu durumlarda insan faktörünün öneminin azaldığı ortadadır ve fikri mülkiyet açısından önemli tartışmalara sebep olmaktadır.
Fikri mülkiyet hukuku insan zekasının yaratıcı olarak ürettiği fikirlerin dışa vurulmuş halini korur. Başka bir deyişle, hukuki koruma fikirler için değil, fikirlerin tasarruf edilebilir ve üçüncü kişiler tarafından algılanabilir bir formlarına sağlanır. Yapay zekanın ortaya bir fikri ürün çıkarttığına birçok kez şahit olduk ancak bunların hukuk dünyasındaki yeri net bir şekilde belirtilmemiştir. Bu aşamada eser tanımına odaklanmak gerekir. Ulusal kanunlarda farklı terminoloji takip edilse de yaratıcılık barındırma, yaratıcısının hususiyetini veya kişiliğini yansıtma, tasarruf edilebilir bir formda olma kriterleri ortaktır. Yapay zeka üretimi fikir ve sanat eserlerini dünyada ilk defa hukuken düzenleyen Birleşik Krallık, telif kanununda eserin bir yaratıcılık ürünü olması gerektiğinin altını çizmiştir. Avrupa Birliği (AB) telif hukuku yaratıcılık konusunda biraz daha net bir tutum sergileyerek eserde, eser sahibinin kişisel dokunuşları olmasını şart koşmuştur. Ayrıca Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD), kararlarında eser sahibinin düşünsel yaratısı, kişiliğinin yansıması gibi ifadeler kullanmıştır. Türk telif hukukunda ise 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK) eserin, sahibinin hususiyetini taşımasını öngörmüştür. Her ne kadar mahkeme kararlarıyla dar bir çerçeve çizilmeye çalışılsa da Türk telif hukukunda hususiyet kavramı hala gizemini korumaktadır. Somut olayın şartlarına göre değerlendirme yapılmalıdır. Bahsettiğimiz üç farklı telif hukuku düzenlemelerinde de ortak nokta eserin, sahibi referans alınarak tanımlanması ve eser sahibiyle eser arasında güçlü bir bağ kurulmasıdır. Ayrıca düzenlemelerde belirtilen yaratıcılık gerek literatürde gerek mahkeme kararlarında, insanın sağlayabileceği bir unsur olarak gösterilmiştir. Bu yasal düzenlemelerin yapıldığı yıllar göz önüne alındığında insan dışı bir varlığın eser üretebilmesi teknik olarak zor olduğundan hukukun eseri böylesine sıkı bir bağ ile insan olma faktörüne bağlaması anlaşılabilir bir sonuçtur.
Türk telif hukukunda bilgisayarın otonom biçimde ürettiği eserlere benzer bir müessese de mevcut değildir. FSEK’te belirtilen eser tanımı temelde üç şart barındırmaktadır: şekli şart, objektif şart, sübjektif şart. Şekli şart, fikri ürünün FSEK 1/B’de; ilim edebiyat, musiki, güzel sanat ve sinema şeklinde sayılan eser gruplarından birine dahil edilmesidir. Ayrıca bu eser grupları sınırlı sayı ilkesine tabidir. Objektif şart, fikirlerin tasarrufa elverişli ve üçüncü kişiler tarafından algılanabilir bir formda olmasına işaret etmektedir. Son olarak sübjektif şart ise çok tartışmalı olan hususiyet kavramını karşılamaktadır. Bu üç şartın bir arada bulunduğu hallerde fikir ve sanat ürünü, bir eser niteliği kazanmaktadır. Yapay zeka, şekli şart ve objektif şartı sağlayabilecekken sübjektif şart konusunda net bir kanıya varılamamaktadır. Yargıtay, hususiyetin açıklanması konusunda yaratıcılık, orijinallik gibi soyut ve sübjektif kavramlara atıf yaptığından ötürü tartışmaları sonlandıramamıştır. Kanımca Türkiye’de yaratıcı yapay zekaların artışıyla birlikte daha belirleyici faktörler ortaya koyulacaktır.
AB Komisyonu, geçtiğimiz yılın kasım ayında yayınladığı rapor ile detaylı bir inceleme yapmış ve sonuç olarak bu yapay zekanın ürünlerini eser olarak nitelendirmeye imkan veren bir görüş bildirmiştir. Temel dayanaklarından biri yapay zeka üretim aşamalarında tek başına kararlar alsa dahi arkasında yaratıcı bir insan zihninin olduğudur. Yapay zekanın günümüz teknolojisinde yaratıcı kararlar alabilse dahi yayınlanmaya hazır eser veremiyor oluşu, bu sistemlerin arkasındaki insan faktörünün öneminin tamamen ortadan kalkmadığı şeklinde yorumlanmıştır. AB’nin bu alandaki tavrı yapay zekanın ürünlerini eser olarak kabul etmek yönündedir ancak eser sahipliğini yine bir insana atfetmiştir. Bu görüş, günümüz şartlarında uygulanabilir ve adildir çünkü yapay zekanın ürünlerinin eser olmadığı sonucuna varmak, bu yolla eser üreten sanatçıların emeğinin karşılığını alamaması anlamına gelmektedir. Ayrıca bu teknolojilerin çıktılarını hukuken korumamak, bu alanda ekonomik teşviki kırarak, alanın gelişmesini engellemeye sebep olacaktır. Kaldı ki bu eserlerden maddi anlamda fayda sağlanmaktadır. Örneğin, GAN algoritmasıyla üretilen Edmund de Belamy’nin Portresi Paris’te sergilenmesinden kısa bir süre sonra 432,500 Amerikan dolarına satılmıştır. Dolayısıyla bir insan elinden çıkmış gibi sergilenen ve piyasa değeri biçilen bu çıktıların hukuk dünyasında eser olarak algılanmaması birçok açıdan problemli kabul edilebilirdi.
1988 yılında ileri görüşlü bir tavır sergileyen Birleşik Krallık, telif kurallarını da içeren kanunda yapay zeka üretimi eserleri düzenlemiştir. Bu ürünler eser kabul edildiği gibi, eser sahibi de ‘üretimde gerekli ayarlamaları yapan kişi’ olarak bir insana atfedilmiştir. Bu açıdan bakıldığında Birleşik Krallık hukuki açıdan daha hızlı bir gelişim sergilemiştir. Eser sahibini bir insan olarak belirleyen Birleşik Krallık Telif Kanunu (CDPA), yine de birçok açıdan yapay zekanın eseri otonom biçimde ürettiği fikrine daha yakındır. Kanunun uygulanabilirliği açısından bir insanın eser sahipliği ile ödüllendirilmesi mantıklıdır. Ancak yapay zekaya hukuki kimlik verilmesi aşamasına gelindiğinde Birleşik Krallık’ın insan dışı varlıklara eser sahipliği veren ilk ülke olması muhtemel gözükmektedir. AB ile Birleşik Krallık arasındaki en büyük görüş farkı ise AB’nin birçok eser üretiminde yapay zekayı destekleyici bir sistem olarak kabul etmesine karşın Birleşik Krallık’ın yaklaşımı yapay zekanın bağımsız kararlar aldığı, bu sebeple bilgisayar üretimi eser ifadesi kullanılması gerektiği yönündedir.
Sonuç olarak, karşılaştırmalı analizde görüldüğü üzere eser tanımında önemli boşluklar bulunmaktadır. Ancak bu boşlukların fikri mülkiyetin doğası gereği yaratıcılık ve orijinallik gibi soyut kavramlarla doldurulması da şaşırtıcı değildir. Günümüzde çoğunluğun yaklaşımı birçok tartışmalı noktayı kabul etmekle birlikte yapay zeka ürünlerinin eser olarak kabul edileceği yönündedir. Yapay zekanın üretim aşamasında yaratıcı seçimler yapması, ürünlerin tasarruf edilebilir formda olması ve bu çıktılara piyasa değeri biçilmesi göz önüne alındığında eser niteliği kazanmaları adildir. Son durumda bu eserlerin kültür havuzunda toplanacağı ve birçok nesle ilham olacağı hesaba katıldığında eser niteliği kazandırılması, teknolojinin bu alanda yeni girişimlerde bulunmasına sebep olacaktır.
Commentaires