COVID-19'UN SÖZLEŞMELERE ETKİSİ NEDİR?
- Lawis Love
- 6 Eyl 2021
- 4 dakikada okunur
Yazan: Av. Neslihan YAZLAK
Coronavirus hastalığı Çin Halk Cumhuriyeti’nde başlayıp kısa süre içerisinde tüm dünyaya yayılarak salgın haline gelmiştir. Küresel bir boyuta ulaşan bu salgın, 11 Mart 2020 itibariyle Dünya Sağlık Örgütü tarafından “pandemi” olarak nitelendirilmiştir.

Virüsün engellenebilmesi için neredeyse tüm devletler çeşitli önlemler almıştır. Ülkemizde de yetkili kurumlar halk sağlığını koruyabilmek amacıyla birtakım tedbirler almış ve bu kapsamda bazı sektörlerin faaliyetleri durdurulmuş, iş yerleri kapatılmış, kamu kurumlarında esnek çalışmalara geçilmiş, şehirler ve ülkeler arası yolculuklar durdurulmuş, eğlence mekanları, cafe, restaurant, barlar geçici olarak çalışmalarına ara vermiştir. Bunun doğal sonucu olarak da ekonomik yaşamımız etkilenmiş ve hukuki uyuşmazlıklar kendini göstermiştir. Taraflar sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getiremez hale gelmiş ve pek tabii sözleşme hükümlerinin uygulanabilirliğini sağlamak veya yeni koşullara uyarlama sağlanabilmesi için uyuşmazlığın giderilmesi amacıyla çeşitli yollara başvurma gereği doğmuş ve kimi hallerde davalar açılmıştır.
Sözleşme hukukunun en temel prensibi ahde vefa (pacta sunt servanda) ilkesidir. Bu ilkeye göre taraflar sözleşmenin devamı sırasında karşılarına çıkan her türlü probleme rağmen sözleşmede kararlaştırdıkları edimlerini ifa ile yükümlüdür. Bununla birlikte sözleşme kurulduktan sonra ortaya çıkan bazı engeller, edimin ifasını oldukça güçleştirebilir ve ifada ısrar etmek tarafların sözleşme kurulurken sahip oldukları saikleriyle bağdaşmayacak ölçüde ifayı anlamsız kılabilir. Bir mücbir sebep nedeniyle borçlunun edimi ifası sürekli veya geçici olarak imkansızlaşabilir ya da edimin ifası imkansızlaşmasa da aşırı ifa güçlüğü nedeniyle zorlaşabilir. Aşırı ifa güçlüğü hali için ahde vefa ilkesinin bir istisnası olarak sözleşmenin değişen koşullara uyarlanması (clausula rebus sic stantibus) müessesine başvurmak gerekebilir.
Peki Covid 19, sözleşmelerde aşırı ifa güçlüğü mü yoksa mücbir sebep mi teşkil eder? Mücbir sebebi sözleşme taraflarından ayrı olarak tamamen dış faktörler sonucu ortaya çıkan, sözleşme kurulurken öngörülmesi mümkün olmayan, engel olunamayan ve borcun ifasını imkânsızlaştıran sebepler olarak tanımlamak mümkündür. Öyleyse Covid19 mücbir sebep midir? Covid19, mücbir sebebin yukarıda tanımını verirken saydığımız tüm muhteviyatına sahip olduğu için bu soruya evet cevabı verebiliriz. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 138. Maddesinde ise “Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır.” şeklindeki düzenlemeyle aşırı ifa güçlüğü halinde tarafların sahip oldukları haklar öngörülmüştür.
Mücbir sebep ile aşırı ifa güçlüğü çok benzer kavramlardır ve bu sebeple sıklıkla karıştırılabilir. Ancak bu iki hukuki nitelemenin birbirinden farklı sonuçları olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Borçlu, aşırı ifa güçlüğü sebebiyle edimini ifa edememişse ya da ifa etmekle birlikte ifa güçlüğünden doğan haklarını saklı tutmuşsa, Türk Medeni Kanunu madde 2’de düzenlenen dürüstlük kuralı gereği olarak mahkemeye başvurarak hakimden sözleşmenin uyarlanmasını talep edebilir, uyarlamanın mümkün olmadığı durumlarda sözleşmeden dönebilir. Kira sözleşmeleri gibi sürekli edimli sözleşmelerde ise dönme hakkı yerine fesih hakkını kullanabilir. Ahde vefa ilkesinin bir istisnası olan bu kanun maddesi, “işlem temelinin çökmesine” dayanır. Burada sözleşme konusu edimin ifası imkansızlaşmamış ancak oldukça güçleşmiştir. Mesela bir mağaza işletmecisinin sokağa çıkma yasağı uygulaması olan günlerde cirosunun düşmesi ve bu nedenle kira gibi çeşitli giderlerini ödeyemeyecek hale gelmesi durumunda aşırı ifa güçlüğü oluştuğu ancak imkansızlığın söz konusu olmadığı söylenebilir.
Mücbir sebep halinde ise gelişen olağanüstü koşullar nedeniyle edimin ifası sürekli veya geçici olarak imkansız hale gelmektedir. Ancak Covid-19’un mücbir sebep olup olmadığı her durum için değişkenlik gösterir. Mücbir sebep mutlak olmayan, nispi bir kavramdır. Taraflar sözleşmeyi hazırlarken neyin mücbir sebep teşkil edeceğini veya neyin etmeyeceğini kararlaştırabilir. Mesela sözleşmede salgın hastalıkların mücbir sebep kabul edilmeyeceği düzenlenmişse bu noktada Covid-19 salgını için mücbir sebebe dayanamayız. Dolayısıyla Covid-19 salgınının mücbir sebep mi yoksa aşırı ifa güçlüğü mü teşkil edeceği sorusuna net bir cevap vermek zordur. Her sözleşme ve somut olay kendi içinde değerlendirilmelidir.
İfa imkansızlığının söz konusu olduğu durumlarda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu madde 136 ve 137 uygulama alanı bulacak ve borç kendiliğinden sona erecektir. Bir düğün salonu, toplu halde düğünlerin yasaklanması nedeniyle sözleşme konusu günde düğünü gerçekleştiremiyorsa burada mücbir sebep nedeniyle ifa imkansızlığı oluşmuştur diyebiliriz. Düğün salonunun kullanılamaması geçici bir süre için olsa da düğün gününün önem arz etmesi gibi kesin vadeli sözleşmelerde geçici ifa imkansızlığı sürekli ifa imkansızlığı sayılacak ve borç sona erecektir. Geçici ifa imkansızlığı kabul edilen durumlarda borçlu, mücbir sebep nedeniyle borcunu süresi içinde ifa etmek yönüyle sorumlu olmasa bile ifa hala mümkün olduğu için borcundan akde tahammül süresince sorumlu olmaya devam edecektir. Akde tahammül süresinin ne kadar olacağı her somut olay için ayrı ayrı ve Yargıtay içtihatları göz önüne alınarak belirlenecektir. Alacaklı taraf, bu akde tahammül süresi geçtikten sonra sözleşmenin uyarlanmasını veya sona ermesini talep edebilecektir. Bununla birlikte borçlunun edimi ifa etmenin imkansızlaştığını varsayıp bu yönde adımlar atması daha büyük uyuşmazlıklara sebep olabilir. Para borcunun söz konusu olduğu hallerde olduğu gibi çoğunlukla sözleşme konusu edimin ifasının imkansızlaşmayacağı düşünüldüğünde ifanın aşırı güçleşmesi gündeme gelecektir.
İfanın imkansız olmadığı ancak aşırı güçleştiği hallerde ise Türk Borçlar Kanunu madde 138 uygulama alanı bulacaktır. Türk Borçlar Kanunu’na göre halihazırdaki koşulların değişmesi durumunda sözleşmenin yeni koşullara uyarlanacağını veya feshedileceği yönünde hükümler olsa da bu hükümler yedek hukuk kuralları niteliğindedir. Sözleşme tarafları değişen koşullarda sözleşme akıbetinin ne olacağı yönünde, mücbir sebebe veya sözleşmenin uyarlanmasına ilişkin düzenlemeler yaptığı hallerde ilk çözüm yolu bu sözleşme hükümleri olacaktır.
Ayrıca Coronavirüs salgınından etkilenen sözleşmelerde taraflar, ileride sözleşmenin uyarlanmasını talep etme ihtimaline karşın Türk Borçlar Kanunu madde 138’i uygulama olanağını kaybetmemek adına edimlerin ifasını çekince göstererek ve haklarını saklı tutarak yapmaları gerekmektedir.
Tüm bunlar göz önüne alındığında sözleşme taraflarının unutmaması gereken son şey olarak; pandeminin, sözleşmeden doğan yükümlülüklere aykırı davranmak için re’sen bir hak tanıdığının düşünülmemesi gerektiği söylenebilir. Eğer sözleşme konusu edimi ifa etmemek yönünde bir karar alınacaksa bunun öncesinde tarafların karşılıklı bir değerlendirme yapması ve hukuki destek alması fayda sağlayacaktır. Aksi ihtimalde borca aykırılık ve temerrüde düşme söz konusu olabilecek ve taraflar daha güç uyuşmazlıklarla karşı karşıya gelebilecektir.
コメント